DOĞA-TARİH-GEZİ
Güzelleri ve güzellikleriyle ünlü belde
İZMİR
“ İzmir’in kavakları, dökülür yaprakları ... ”
diye başlardı, kurtuluş savaşını günümüze
taşıyan siyah beyaz kahramanlık filmlerimizin
bir çoğu. Beynimize yer eden bu satırların
etkisiyle, İzmir’i turlarken o ünlü kavakları ya da diğer yeşillikleri görmek
istiyor insanın gözleri. Bu sayfaları süsleyen
resimlerin de ispatladığı gibi, ne yazık ki
İzmir de beton yığınlarına yenik düşmüş.
Sahil bandını renklendiren palmiyeli yolların
ve şehri sırtlayan tepelerden nasıl olmuşsa
yerleşime açılmaktan kurtulmayı başarabilmiş
birkaçının üstündeki ağaçları saymazsak,
betonun grisi denizin mavisini kucaklamış
duruyor. Bereket versin ki, evlerde teraslardan çok
kırmızı tuğlalı çatıların tercih edilişi,
gözlere farklı bir renk zenginliği sunuyor. Şehrin merkezinden uzaklaşıp, kenar semtlerinde gezinmeye
devam ediyoruz. Yükseklerden panoramik görüntülerle
şehri daha iyi seyredebilmek için en uygun ortam
olan Teleferik tesislerine gitmek en iyisi.
Konak’tan sahil yolunu izleyerek kaplıcaları
ile tanınan Balçova’ya gidiyoruz. Sol tarafta
kalan yeşilliklerle kaplı bir tepenin üzerindeki
yuvarlak kule ve sapsarı direkler arasındaki kalın
teller üzerinde kayarcasına gidip gelen
rengarenk teleferikler çok uzaklardan bile yerini
belli ediyor tesislerin. Bilet alarak 4’er kişi olarak biniyoruz teleferiğe. Alışkanlığı
olmayınca insanı epeyce bir ürperti sarıyor doğrusu.
300-400 m.’lik bir yüksekliğe tırmanışın
getirdiği heyecan ve korku, aradaki direklere varıldığında
teleferiğin makarasında meydana gelen sarsıntılarla
daha bir artıyor ve havada gitmesine rağmen
teleferiğin bir yerlerine tutunma ihtiyacını
hissediyorsunuz. İtiraf etmek zor olsa da, bunun
adına korku derler.
Havada asılı kalmış durumdayken yapılacak tek şey dua
etmek değil tabii ki. Başınızı çevirip dört
bir yandaki güzelliklerin doyumsuz tadını almak
da mümkün. Kuşların uçma yeteneğini kıskanan
biz insanlar için, böylesine yükseklerden kuşbakışı
izleme imkanı veren yerler bulunmaz nimet olsa
gerek. Birkaç dakika süren ama insana saatlerce
sürüyormuş gibi gelen bir yukarı tırmanışın
ardından, ayaklarımız yere değince güvenimiz
geri geliyor.
Bu bölgede çok sayıda çay bahçesi, restoran ve hediyelik
eşya satış yerleri mevcut. Tepenin kıvrılan
yollarında, kenarlara kurulu dinlenme alanları
arasından geçerek arka taraftaki manzaraları görüntülemeye
gidiyoruz. Aşağılarda, tamamı ağaçlarla kaplı
tepeler arasındaki bir vadide, buralara insan eli
değdiğinin tek belirtisi gibi duran ufak bir
baraj ve gerisindeki donuk yeşil göl suyunun kaçırılmaz
manzarasında, herkes gibi biz de anılarımızı
fotoğraf karelerinde donduruyoruz.
Yine ön tarafa geçip İzmir’i seyrediyoruz doya doya.
Hemen aşağımızda Balçova’nın sayfiye
evlerini ve deniz kıyısında oldukça geniş bir
alan kaplayan çiçek seralarını fark ediyoruz.
Sağ tarafta Konak, daha gerilerde Bornova ve tam
karşımızda Karşıyaka’sıyla İzmir’in
neredeyse tamamı ayaklarımızın altında gibi.
Çam ağaçlarının kokuları eşliğinde çay
bahçelerinde oturup bir şeyler içerken, bu
nefis manzarayı seyretmek ayrı bir keyif.
Az sonra oradan ayrılıp tekrar teleferiğe binince, birkaç
saatliğine yudumlanan güzelliklerin yerini yine
ürpertiler alıyor. Bu sefer aşağıya düşer
gibi iniliyor üstelik. Neyse ki, her geçen
saniye ayakları biraz daha yere yaklaştırdığından,
belli bir rahatlamaya da dönüşüyor iniş
yolculuğu. Sonrasında, yukarıdan izlediğimiz
Balçova sokaklarında turlamayı ve özellikle
sahildeki seralar bölgesini gezmeyi
tercih ediyoruz. Yorgunluğumuzu da, aralarda karşımıza çıkan
sıkma ve ayran satan mekanların birinde atıyoruz.
Yörük usulü, siyah kıl çadırların altında,
oda gibi ayrılmış bölmelerde, yer
minderlerinde veya kilimlerle kaplı ahşap
sedirlerin üzerinde oturarak bir şeyler atıştırmanın
keyfini de yaşadıktan sonra, İzmir’i gezmeye
devam ediyoruz.
Çeşme yolu üzerinde yerleşik güzelliklerin; Güzelbahçe
semtindeki geniş bahçeli ve çiçeklere boğuk görünümüyle,
insanı kıskandıran güzellikteki dubleks
villalar, çok sayıdaki balıkçı lokantaları,
sahildeki oltalı amatör balıkçılar ve
denizin ciğerlere dolan o keskin kokusu arasında
arabayla yapılan böyle bir tur, gerçekten de
ruhları dinlendirici bir etki yapıyor.
İzmir’de güzellik de çok, gezilecek yerler de.
Kadifekale’ den şehir seyri; resmi açılış dönemi
olmasa bile ünlü Fuar parkındaki eğlence
yerleri ve hayvanat bahçesi; akşam üstleri İzmirlilerin gezinti ve balık yeme mekanı olarak ünlenen Kordonboyu
caddesi ve onunla özdeşleşen faytonları,
sevgililerin el ele dolaştığı, üzeri deniz dalgalarını
temsil eden karolarla bezeli yürüme alanları ve
bakla falına bakan çingeneleriyle, macera ruhunu
doyurmak isteyenler için ilginç seçenekler
sunabilecek köşeler. Şimdi de kuzey bölgeleri gezmek istiyoruz. Trafiği oldukça
rahatlatan ama dev beton bloklar halinde uzanan üst
yollardan geçerek Bayraklı’ya geldiğimizi,
burunları yakan kesif bir amonyak kokusundan anlıyoruz.
Şehir sakinleri bu kokuya alışmış olsalar
gerek, ama dışardan gelenler için bu koku dayanılacak
gibi değil. Yaklaştıkça daha bir cüssesi artan tepeler üzerine
kurulu yüksek blokların ağırlıklı olarak yer
aldığı semtleriyle Bornova’nın kenarından
geçip, eskinin sayfiye alanlarından Karşıyaka’ya
varıyoruz. Yol burayı ikiye bölmüş gibi. Sağ
taraftaki tepeler yığma gecekondularla süslü
duruyor. Solda, sahile kadar uzanan alanda
gecekonduların ve tarım alanlarının yerini hızla
kaplayan bir betonlaşmayla gitgide büyüyen bir
büyük ilçe Karşıyaka. Sahili oldukça canlı
ve kalabalık. Başlı başına bir şehir olmuş
adeta. Palmiyelerle süslü geniş sahil yolu ve
deniz manzaralı lüks apartmanların aralarında
boğulmuş gibi duran eskinin ilginç mimari görüntüleriyle
bezeli tarihi evleri gözlerimize oldukça cazip
geliyor.
Konak limanından kalkan yolcu gemileri habire insan taşıyıp
duruyor, peşinde de günlük nevalesini arayan
martıları taşıyarak. Satıcıları, falcıları,
deniz ürünleriyle karışık kokuları ya da kıyıya
vuran kirlilikleriyle farklı bir kültürü yaşatan
iskelelerden biri burası da. Zamanı bol olanlar
için körfezin gemiyle turu da ilginç olsa
gerek.
Karşıyaka’nın arka sokaklarında turlarken karşılaşılan
küçük yeşil alanlarda, hala sürdürülen
basit tarımsal faaliyetler insanı şaşırtıyor.
Her tarafı binalarla dolan, kendileri de inşaat
çukuru olmaya gün sayan minik alanlarda atla çekilen
karasabanlarla işlenen topraklar ve nane, soğan,
marul üretimine razı olmuş üreticiler, güneşlerini
kaptırdıkları dev binaların gölgesinde
terlerini paraya çevirmeye devam ediyorlar. Bu
gidişe daha ne kadar dayanabileceklerini
bilemeden...
BU HABERLE İLGİLİ DİĞER
GELİŞMELER
Haber
listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere,
geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına
katılabilirsiniz.
.
|
Mail
adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye
Gir" butonuna tıklayın. |
|
Karşınıza
gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun. |
|
DOĞA-TARİH-GEZİ
>>
Güzelleri
ve Güzellikleriyle ünlü Belde

ANA
SAYFAYA DÖN




|