ARAŞTIRMA

Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com
Üretim Planlaması
Üstüne
Bir hayalin dümen suyunda
Son 25-30 yılda oldukça artan şehirleşme oranına
ve giderek büyüyen sanayi, turizm ve hizmet sektörlerinin paylarına
rağmen, ülkemizle ilgili genel kanı, hala bir tarım ülkesi olduğumuz
şeklindedir. Ekonomik ve teknolojik yetersizlikler nedeniyle,
henüz tam anlamıyla faydalanamadığımız nehirlerimizin, yurdun
her köşesinde berekete doyurduğu topraklarımız, elverişli iklimin
de yardımıyla neler neler vaat ediyor bizlere ama yıllardır inat
etmiş gibi, verimsizlik çorbasına kepçe sallayıp durmaktan gocunmuyoruz.
Antik çağlardan günümüze, bu coğrafyanın cazibesine kapılarak
türlü uygarlıkların izini süren atalarımız, o kıt kaynaklarla
ne imkansızlıkları başarmışlar da, onların hayal bile edemeyeceği
fırsatlar içerisinde yüzen bizler, hala kader mahkumluğunun biçareliğine
sığınmaktayız. Oysa ne örnekler var dış dünyada görülüp imrenilen
ve yurda dönünce lastik gibi gevşenip terk edilen.
İklim ve toprak uygun, alt yapı yatırımları eskiye göre epeyce
gelişmiş, bilgi üretilmiş, heves de bol; peki eksik olan ne? Bereket
fışkıran topraklar niye küskün düşmüşler ümitlerine? Filmlere
kalan pembe umutlar hangi sonbaharı beklemede ? Niye beceremeyiz
helva yapmayı bilmem ki, her şey yığılıyken elimizdeki tencerede
? Organizasyon yeteneğimizin kıtlığı mı, fıkralara konu olan kıskançlığımız
mı, yoksa pazarlama konusundaki sakarlığımız mı, ne? Nedir bu
çeki düzen verilemeyen dağınıklığın sebebi? Yıllardır okumaktan
bıktığımız bilimsel doğrular, niye hep şaşırmış pusulaya dönüyor
ellerimizde ?
Sorulacak daha çok soru var belki ve çözüm aranacak daha bir
sürü açmaz söz konusu ama sadece tarımda değil bu çözümsüz çelişkiler;
her sektörde benzeri bir sonuç sergileniyor ülkemizde. Güya 40
yıldır her şeyimiz planlanarak gidiyor. Koca koca programlar yayınlanır
her yıl, tuğla kalınlığında. Açıp bakınca içi açılır insanın;
nereye ne yapılacak, ne kadar harcanacak, hangi umutların süpürdüğü
yatırımlara. Kaç kişi yeni iş sahibi olacak, hangi köşemiz daha
bir zenginleşip, daha bir hevesle koşacaklar insanlar işlerine
? Yılan hikayelerinin en ünlüleri yazılıdır aslında, o tuğla kalını
program kitaplarında. Ne inşaatlar biter vaat edilen süresinde,
ne de beklenen fayda gelir gıdım gıdım verilen ödenekler nedeniyle.
Sonra yarım kalmış yapıların, atıl bekleyen işletmelerin küllenen
ümitleri bir pişmanlık şarkısına dönüşür yüreklerde. Ardından
bir öfke seli kopup gelir, acı türkülerin katranına bulanmış dillere.
Bu yanlış yatırımların, boşa dökülen milyarların hikayesi anlatılır
gazetelerde. Ah, plansızlık ! Sen ne dost bir ufuksun beyinlerimize
!
Bu duygular içerisinde ne zaman sıkışıp kalsam, türlü türlü çözümler
sergilenir beynimde, sanki benden akıllısı yokmuş gibi. Oysa,
iyi bilirim ki kaç beyin, nice hücresini bu yolda tüketti o DPT
denen soğuk taş duvarlı yapıların içlerinde. Ne ömürler tükendi,
bir nurlu geleceğin pembe penceresinde. Olsun, benim de hayallerim
var, dinlemek istemese de kimse.
Bazen koca bir haritasını alıp önüme, 81 kente bölünmüş ülkemin
dalıyorum geleceğine. Her il için bir misyon biçiyorum beynimde;
kimisi turizm kenti olsun diyorum sadece, kimisi biraz tarım, biraz
da sanayi, eh madenciliği de atmamalı yabana. Bu onların kaderleri;
ormana boğulmuş Artvin'le hiç bir olur mu, Kral Antiochos'tan miras
kalan Adıyaman'ın yolu ? Zonguldak'ın kömürü neyse, Antalya'da turistlerin
önemi o. Antep'in çekirdekten yetişme motor yapan ustaları varsa,
otomotiv sektörünün yıldızıdır, tüm illerin örnek aldığı gelişmiş
Bursa.
Gerçekten de, her ilin ayrı bir potansiyeli var, birbirine benzemeyen.
Kiminin yer altı zenginliği, kiminin iklimi ve doğal güzellikleri.
Kimisi bulunduğu yerin stratejik öneminden fayda görür, kimisi
de deniz kenarına bağdaş kurmasından. Belki diyorum içimden; tarıma,
sanayiye, madencilik ya da turizme, ormancılıktan denizcilik sektörüne
kadar bir sürü alanı illerin kapasitelerine göre paylaştırsak
ve bu önceliklere göre illerimizin gelişmelerine yön versek olmaz
mı ?
Her ilin tek çıkar yolu sanayinin dumanlı bacaları mı olmalı
? Antalya'yı kurtaran turizm, Nevşehir'in söküğüne de derman olmaz
mı ? Kocaeli sanayi devi olmayı sürdürürken, Karaman bisküvi sarayı;
Ş.Urfa pamuk beyliğine soyunurken, Aydın organik tarım cenneti
olamaz mı ? Hem de nasıl olur ? İller potansiyelleri ve kaynaklarına
göre bir kez dizildi mi, onları dereceli teşviklerle yönlendirmek
de kolay olur. Bir ilin farklı sektörlerdeki yatırım teşviklerine
verilecek pay, kuş bakışı olarak o ilin gelişmesini istediğiniz
yöndeki atılımını görmenizi sağlar. Turizme kayması arzulanan
bir doğal güzellikler kentine, sanayi adına düşük oranlı teşvikler
ya da kolaylıklar vermek, o ildeki anılan sanayi yatırımlarından
caymayı gündeme getirmez mi ?
Örneğin; Antalya, Muğla, Mardin ya da Adıyaman'ın, Venedik gibi
daha çok turizmden para kazanmaması için ne sebep var ? Buralara
ağır sanayi tesisi veya ortamı kirleten işletmeler kurulması turizmin
önünü kesmez mi ? Rize'nin çayla, Malatya'nın kayısıyla bütünleşmesi
gibi, niye birkaç ilimiz de dev balıkçılık tesisleriyle kent ahalisini
ihya etmez ? Erzurum, Bitlis, Bolu kış turizmi merkezi olarak
dünya çapında merkezler haline gelse; Tunceli, Muğla, Niğde ve
Erzincan doğa ve dağ turizminden trilyonlar kazanacak milli parklarla
yolunu açsa; İzmir altın, Kütahya bor madeninin başkenti olsa;
Denizli'deki sıcak su kaynakları ili modern seralar cenneti haline
getirse; Kastamonu ve Artvin Afrika'daki safariler gibi yeryüzündeki
çılgın yüreklerin heyecanını gaza getiren parkurlarıyla cazibe
merkezi olsa; Tuz gölü kenarındaki kullanılamayan dev alanlar
Disneyland benzeri müthiş eğlence alanlarıyla Anadolu'nun ortasında
bir vaha gibi can verse Aksaray'ın, Nevşehir'in topraklarına fena
mı olur? Niye bütün iller, hep aynı rotaya dizilir, hep
aynı yollardan ulaşmak isterler paraya ? Farklı bir kulvardan
koşmanın zorluğunu yaşamak, orijinal olmak niye tercih edilir
gelmez ki, at sırtında maceradan maceraya koşmuş ataların torunlarına?
Bu konuda, tarım alanında da yapılacak çok şeyler var aslında.
Yıllardır verimsizliğimizin ana sebebi olarak gösterildi plansız
programsız üretimimiz. Çiftçiler yeter ki üretsin de, ne üretirse
üretsin dendi belli ki. Bunun sonucunu, her yıl fazlalığı dert
olan soğanın, patatesin çöplere dökülen yığınlarında fark etmedik
mi ?
Haşhaş, çeltik ve pancar gibi izinli ya da kontrollü üretimleri
söz konusu olan ürünler dışında hangi ürünümüzün gelecek yıllara
dönük sağlam bir hedefi var ?
Başka ülkeler parite denen, ürünler arası dengeleme silahını
tam da bu amaç için kullanmıyor mu ? Her ürünün her bölgede ekilmesi
yerine, iklim ve toprak uygunluğuna göre belli merkezlerde daha
yoğun olarak üretimi herhalde daha akılcı olacaktır. Ekim öncesi
dönemde açıklanacak parite değerleri ile, o bölgede üreticinin
falanca ürüne doğru daha fazla kayması sağlanabilmektedir. Ekonomik
programlara uygun olarak devletin fiyat oluşumundaki etkisi giderek
azaltılmaya çalışılsa da, tarım borsaları ya da piyasaların da
aynı silahla üretimleri dengelemesi beklenmelidir.
1950'li yıllarda bile, iklim ve toprak durumuna göre, ürünlerin
muhtemel ekim alanları haritalar üzerinde gösterilir ve doğa şartlarına
en uygun ekim desenleri gündeme getirilirdi bazı uzmanlarca. Bugün,
sahip olunan teknolojiyle bunun çok daha kapsamlı bir şekilde
uygulamaya sokulmasını diliyor insan. Uzman görüşlerine uyarak
hazırlanacak ürün haritalarının, yukarıda konu edilen parite silahının
dengeli kullanımında da epeyce olumlu etkisi olacaktır şüphesiz.
Daha ileride, bir ilin sınırları içerisindeki ilçeler ve farklı
iklim kuşakları için bile bu tür ürün ve hatta çeşit desenlerinin
ortaya konması gündeme gelebilmelidir. ABD'deki örneklerine bakıldığında;
eyaletler bazında yapılan haritalamalar dışında, bir eyaletin
şehir ve kasabaları için bile, mısır veya soya ürününde hangi
çeşitlerin uygun olacağı belirlenmiş durumda. Ya da hangi çeşidin,
hangi yörelerde ekilmesi gerektiğini gösteren haritalamalar söz
konusu. Belki en doğrusu da bu oluyor. Geliştirilen yeni bir çeşidin
her yere yayılması yerine, yapılan denemeler sonucuna göre önerilebileceği
en uygun yerlerde ekiminin sağlanması, bilimsel doğruluğu en fazla
olan yol olurdu herhalde.
Bu durumda, örneğin bir soya çeşidinin erkenci ya da geççi oluşu,
bölgelerde yoğun biçimde sorun oluşturan hastalık ve zararlılara
karşı dayanıklılığı, o çeşidin bölgedeki ekim potansiyelini belirleyebilmeli.
Oysa bizde, bu tür çalışmalar net bir biçimde yapılamadığından,
çoğu kez tahminlere ve kişisel tecrübelere dayanan önerilerle
çeşitlerin her yere dağılımı söz konusu oluyor. Kötü bir sonuçla
karşılaşıldığında da, olan o ürüne oluyor ve üreticiler o çeşidi
değil, o bölgeye yeni giren ürünü hemen kara listeye alıyorlar.
Peki bu haritalamaya kaynaklık edecek bilgiyi e kim üretecek denince,
kamu veya özel sektör kuruluşlarında çalışan çeşit ıslahçısına
dönüyor hemen gözler. Bu kadar kapsamlı bir haritalamayı birkaç
kişinin kişisel bilgi birikimiyle yapmak mümkün mü ? Zaten giderek
azalan Ar-Ge payları nedeniyle araştırmalara ayrılan ödenekler
çok yetersiz kalıyor ama para ve emek kadar değerli bir başka
araç daha var ki; o da zaman. Elbirliğiyle çalışılmadan bu işlerin
üstesinden gelinemez. Tarım İl Müdürlükleri ve özel sektörde çalışan
meslektaşlarımızın deneme ya da demonstrasyonlar kurarak bu konuda
yararlı bilgiler üretmeleri gerek. Gerçi üniversitelerimizin mezun
ettiği yeni meslektaşların en basit bir denemeyi planlamakta bile
yetersiz kalışları üzüntü verici ama agronomik çalışmalardan çok,
birkaç çeşidin farklı bölgelerde test edilmesine dönük basit çalışmaların
da, artık rahatlıkla yapılması lazım. Aksi takdirde az sayıdaki
araştırmacının bu kadar değişik tarım bölgelerine hitap edecek
önerilerde bulunabilmesi, hep başka baharlara kalabilecek.
Yeni geliştirilen bir çeşidin, en uyumlu olduğu bölgeleri içeren
haritalara dikkat edilerek üretilmesi ve bu düşük riskli üretim
nedeniyle kontrollü bir gidişatın sağlanmış olması, üretim planlaması
konusunda yeterince cesaret verici olabilir. Keyfiliğin kolaycılığını
terk edip, bilimsel doğruların kanatları altına sığınabilirsek,
zor diye bilinen pek çok yolun da, aslında ne kadar zahmetsizce
aşılabilir olduğunu görüp şaşacağımıza eminim. Benimkisi de ham
hayal işte !
BU HABERLE İLGİLİ DİĞER GELİşMELER
|
|