DOĞA-TARİH-GEZİ
İSTANBUL
Köprüsünden Kulesine Galata Turu
İnanılmaz
doğal güzellikleri ve zengin tarihi mirası
kadar, iş dünyası için ülkemizin en önemli
cazibe merkezi olması konumuyla da, adını her
duyanın iç geçirdiği bir belde olagelmiştir
İstanbul kenti. Bugün, kilometrelerce içerilere
kadar yayılmış semtleri ve varoşlarıyla, dert
yığını bir yerleşim yeri haline gelse de, asıl
kimliğini hala tarihi yarımadaya ve karşı kıyıdaki
Karaköy - Taksim hattına borçlu olsa gerek. Beyoğlu
dışında, geceleri adeta inzivaya çekilen
tenhalıktaki bu bölgelerin, gün boyunca koca
kentin bütün yükünü çeken iş merkezlerini
barındırması, sadece İstanbullunun değil,
Anadolu’dan kalkıp bir umudun peşine takılarak
yola düşenlerin de hayallerini süsleyen bir fırsatlar
dünyasıdır aynı zamanda.
İstanbul’da
yaşamak ve daha önemlisi de, filmlerden
etkilenerek kucağına koştuğu İstanbul’u yaşamak
için çırpınan bu kadar çok insanın değirmeninde öğütüldüğü
ya da her türlü şikayete rağmen vazgeçilmezliğinin
eteğine yapışılan böylesine aşık olunan kaç
kent bilirsiniz ki ?
Siz hiç,
daha yolun başı olan Sirkeci garında tükettiniz
mi umutlarınızı ? Sarayburnu’ nda, boğazın
dalgalı sularında batırdığınız dert yüklü
gemilerin ahını tuttunuz mu hiç ? Haydarpaşa
limanında vızır vızır çalışan devasa vinçlerden
medet umduğunuz ya da ay ışığında sularla
oynaşan Kız kulesinden düşlerinize
de fener olmasını beklediğiniz oldu mu hiç ?
Her gün
yüzlerce örneğini görebilirsiniz o kıyılarda.
Başını iki elinin arasına almış, düştüğü
dipsiz kuyuda İstanbul’u ve nimetlerini
arayanları; Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata
kulesinden kanatlanıp uçması gibi, başarı ve
paraya doğru kanatlansa da, düştüğü yerin boğazın
soğuk suları olmasına binlerce kez şükrederek
bakan bahtsızları ...
İstanbul’un
bir yüzü güzellikleriyle mest ederken insanları,
öteki yüzüyle kapris yapan aşıklar gibi bıktırıcıdır
sevenlerini. Binlerce yıldır gelip geçen uygarlıkların
sergilediği tutkuyu, elimi sallasam ellisi deyişiyle
şımarıklığa çevirmesinden de belli ki, bu
kentin kimseye metelik verdiği yok.
Neyse,
vefasızlığını bırakıp güzelliklerinden tat
almaya devam edelim. Bu koca şehrin ilginç köşelerini
bir yazıya sığdırmak mümkün olmadığından,
bu defa da sadece Galata köprüsü ve iki
ucundaki tarihi yapılaşmalardan bahsetmekle
yetinelim.
Eminönü’nde, Galata köprüsüne bekçilik eder gibi çevreyi
gözleyen bir yapıyla karşılaşırsınız,
Sirkeci Garı’nın karşısındaki meydanda.
Yeni cami, Hünkar kasrı ve arka taraftaki Mısır
çarşısından oluşan Yeni Valide Külliye’
sidir bu dev yapı. 1597’ de Safiye Sultan’ ın
isteğiyle başlatılan ve ancak 66 yıl sonra
Turhan Sultan devrinde tamamlanabilen, 3 mimar
eskitmiş bu külliye, Osmanlının son mimari örneklerinden
birisi olarak nitelendirilmektedir.
Haliç’i ve Boğaz’ın girişini kontrol eden bir
mevkide kurulmuş bulunan Yeni cami, minareleriyle
de karşı kıyıdaki Galata kulesiyle göğü
delme yarışına girmiş gibi. Bütün ihtişamlı
görüntüsü yanında, ön kapısındaki mermer
merdiven basamaklarını mesken tutmuş yüzlerce
güvercinin insanlardan ürkmeden bu alanı süsleyişiyle
de, akıllarda yer eden bir manzara sunuyor her görene.
1890’da bir Alman mimar tarafından inşa edilen
Sirkeci Garı da bu meydanın diğer bir görülmeye
değer yapısı. Uzun yıllar, Anadolu’dan
trenle gelenlerin Avrupa’ya ilk adımlarını
attığı yer olarak kucaklamış milyonlarca
yolcuyu.
Haliç üzerinde
kurulu diğer köprülere kıyasla en fazla tanınanı
olan Galata köprüsü, Eminönü ile Karaköy’
ü birbirine bağlamakla kalmamış, bu kentin
tarihi ve kültürüne de nostaljik anılarla düğümler
atmış. Aslında, Haliç üzerine ilk köprü
kurma fikri 500 yıl öncesine kadar gidiyor.
Tarihi kaynaklara göre; 1503 yılında Leonardo
da Vinci’ ye ilk kez köprü kurdurma teklifi
yapılmış ama olumlu cevaba rağmen ( ki bu yıl
içinde basına yansıyan haberlere göre,
Vinci’nin bu köprü inşasıyla ilgili çizimleri
tamamlamış olduğu anlaşılıyor) gerçekleştirilememiş
ve ertesi yıl Michelangelo’ ya götürülen
teklif de sonuçsuz kalmış.
Galata köprüsü
olarak aynı yerde inşa edilen 4. köprü bugün
için kullanımda ama asıl ünlü olanı ve şehrin
kültürüne ilginç anılar hediye edeni de, 8 yıl
önce yandığı için Haliç’ in daha iç
kesimlerine aktarılan ve bugün süs gibi duran
3. köprüdür. 1912 yılında inşa edilen ve 80
yıl boyunca İstanbullulara farklı tatlar yaşatan
o tarihi köprünün önemli bir özelliği de,
suda yüzen dev dubalar üzerine oturtulmuş olmasıydı.
Gemilerin geçişi için orta kısmı açıldığından,
gece yarıları trafiğe kapatılan ama gündüzleri
alt katındaki çok sayıda restoran, kahve ya da
barıyla kentlilerin uğrak yeri olan bir eğlence
merkezi konumundaydı.
Yeni köprü
ise,aynı adı taşıması yanında sadece,
rengarenk oltalarıyla balık tutmaya çalışan
sabır tutkunlarının mekanı gibi. Köprüler
yenilense de, hiç değişmeyen bir özellikleri
de, hemen köprü girişlerindeki sıra sıra balıkçı
tekneleri ve süslü püslü teknelerde kızartma
kokuları ve dumanlar arasında, müşterilerine
ekmek arası balık yetiştirmeye çalışan balıkçı
esnafının haykırışları. Yorgun bedenlerine
bir dinlenme molası ve guruldayan midelere kılçıklı
bir ziyafet çekmek isteyenlerin denemekten vazgeçemediği
bir güzelliktir, anlık mutluluğu katık etmek
balık ekmeğe o kıyıda. Hemen yan tarafta dolup
boşalan şehir içi vapurların yolcularına bir
şeyler satmaya çalışan çığırtkanların
seslerine, rıhtımdaki kirli sulara oltasını
sallayan delikanlıların kısmetlerine göz dikmiş
gibi pike yapıp duran martıların aşk şarkıları
karışır.
Kıyılar
arasında mekik dokuyan motorların patırtılı
sesleri, köprü üstünden akıp giden insan
kalabalığıyla birlikte bu kentin monotonluğa
meydan okuyan canlılığını belgeler sanki. gün
batımında, suya düşen kızıllık martıları
daha bir efkarlandırır ki, sesleri daha bir gür
çıkar. Az sonra çökecek karanlık bir perde
gibi inecektir çünkü midelerin günlük
nafakalarına ve ancak sabah olunca açılacaktır
gagaların kısmeti, seferden dönen yorgun balıkçıların
tekneleri ardında...
Köprünün
orta yerinde durup, gözleri bir kamera gibi karşı
kıyılarda gezdirmek; upuzun Topkapı’ dan başlayıp
denizdeki her biri deniz tuzuyla cilalanmış
gemilerin rengarenk gövdeleri ve güvertelerinde
yaşam koşuşturmalarının izlerini yakaladıktan
sonra, kuleleriyle ünlü Selimiye kışlasını,
Harem iskelesindeki yoğun deniz trafiğini ve
hemen üstündeki eski Haydarpaşa lisesinin
devasa taş binasını
izleyerek
yorulan bakışları Haliç’ in bulanık sularında
bir süre dinlendirmek ve köprünün kuzey
ucunda, üst üste binmiş beton blokların tarihi
Galata kulesini sırtlamış görüntüdeki bol
yokuşlu Karaköy sokaklarını turlayabilme
enerjisine kavuşmak gerek.
Kulesiyle
ünlü Galata semtini Cenevizliler kurmuş. 13. Yüzyılda
tamamen onların yönetimine bırakılan ve bir
finans merkezi konumuna kavuşan bölge, İstanbul’un
fethinden sonra da dokunulmazlığını korumuş.
Para ve ticaret merkezi olma hüviyetini
Cumhuriyet dönemine kadar koruyan Galata,
bankerleri ve bankalarıyla hep gündemde kalarak,
günümüzde de birçok bankanın veya ticari
kuruluşun merkezi konumundadır.
Yokuşlu
yolların parke taşlarını ve birbirinden ilginç
yüzlerce eski yapının ince mimari örneklerini
sergileyen çok katlı taş binalar arasındaki
oldukça dar sokakları izleyerek yapılan yorucu
bir yolculukla varılan tepede, tarihi Galata
kulesinin insanı ürküten boyutlardaki dev
bedeniyle burun buruna gelinir. Kule 1348 yılında
Cenevizlilerce, Galata surlarının baş kulesi
olarak yapılmış.
1509 yılındaki
depremden sonra bir onarım geçirmiş ve Osmanlılar
döneminde yangın gözetleme ya da tutsaklar için
zindan yeri olarak kullanılmış. 1794 yangınından
sonra onarılırken, dört yana çıkıntılı bir
kat eklenip, en üstede külah biçimli bir çatı
oturtulmuş. 61 metre yükseklikteki 12 katlı dev
yapı, bugün için tamamen turistik amaçlı eğlence
merkezi konumunda olup, asansörle çıkılan yapının
tepesindeki cafe-restorandan çevreyi izlemek ve
fotoğraflamak oldukça keyif verici olsa gerek.
Hezarfen Ahmet Çelebi’ nin ilginç uçuş
macerasını hayal etmek de cabası.
Kulenin
çevresi, birbirine değecekmiş kadar yakın
duran, 7-8 katlı taş ya da tuğlalı binalardan
oluşuyor. Bu bölgede ayrıca bol miktarda kilise
ve sinagog bulunmakta. Bütün bu mekanların altında
ise, 1878 yılında işletmeye açılan, Londra ve
New York metrolarından sonra Dünyanın en eski
3. Metro hattı olan 601 metrelik Tünel yer
almaktadır. Galata’ nın arkalarında ise, eski
adı Pera olan iş ve eğlence merkezi Beyoğlu ilçesi
ve ünlü Taksim meydanı, kentin en dinamik
alanları olarak İstanbul’a can vermektedir.

BU HABERLE İLGİLİ DİĞER
GELİŞMELER
Haber
listemize üye olup tarım sektöründeki haberlere,
geliştirici herkese açık tartışma platfomlarına
katılabilirsiniz.
.
|
Mail
adresinizi sol aşağıya yazın ve "Listeye
Gir" butonuna tıklayın. |
|
Karşınıza
gelecek sayfadaki formu eksiksiz doldurun. |
|