ARAŞTIRMA
Zir. Yük. Müh. Ahmet Nedim Nazlıcan
annazlican@yahoo.com
Dikkat! Sıfırı
Tüketmek Üzereyiz
Doğa severleri, yaşadığımız dünyanın çarpıcı ekolojik
gerçekleriyle tanıştırarak uyarmaya, bilgilendirmeye ve etkilemeye
çalışan Atlas Dergisi ve Doğa Derneği'nin son dönemde birlikte
gündeme taşıdığı önemli bir kampanyaları var; adı “Sıfır Yok Oluş”.
İlk anda insana tuhaf gelse de, bu başlığın altında çok derin
anlamlar yatıyor. Tüm sayfalarını doğaya ayıran, doğanın cezbedici
güzellikleri yanında, insanın içini sızlatan çevre kirliliği görüntülerine
de geniş yer veren, bir yandan da ısrarla, yok olan bitkisel ve
hayvansal kaynakların acı çığlıklarını duyurmaya çalışan “Yeşil
Atlas” dergisinin son sayısında, bu kampanya ile ilgili ayrıntılı
açıklamalar bulunuyor.
Ülkemizin miras coğrafyalarının tanıtıldığı bu dergide; elimizin
altında, gözümüzün karşısında dururken eriyip giden güzellikleri
fark edemediğimiz, koruyamadığımız, hatta bindiğimiz dalları bir
güzel kestiğimiz gerçeği net bir şekilde ortaya çıkarılırken;
bu cennetten coğrafyanın sahip olduğu doğal kaynakların, nasılsa
koruma altına almayı başarabildiğimiz Milli Parkların, Tabiatı
Koruma Alanlarının ve Özel Çevre Koruma Alanlarının son durumu
da gözler önüne seriliyor. Duyarlı yüreklerin bu görüntüden etkilenmemesi
mümkün değil ama ortaya konan ürkütücü tablonun gösterdiği bir
başka gerçek ise, yüreği duyarlıların sayısının da giderek azaldığı
yönünde.
Aslında, son 15-20 yılda bu tür çırpınışlar sık sık gündeme getiriliyordu.
Bilim adamları veya doğa gönüllüleri, bu bozulmaya doğru giden
doğal dengeyi ayarında tutabilmek için elinden geleni yapmaya
çalışıyor, bazen petrole bulanmış bir karabatağın çırpınan görüntüleri
ve bazen de yanmış bir orman alanının ya da suyu çekilmiş bir
bataklığın geride bıraktığı acındıran tabloyu gözlere sunuyorlardı.
Ancak vurdumduymazlığın pençesine kaptırılmış çoğu yüreğin buna
tepkisi hep, “abartılı senaryolarla niye uykuların kaçırıldığı,
gözlerin korkutulmaya çalışıldığı” yönündeydi. “Yerküre işini
bilirdi, kendi kendini bunca bin yıl temizlemeyi bilmişti de şimdi
mi tembelliği tutacaktı ? Keyfimizi kaçırmasınlardı bu bilim adamları
da yani ? Şunun şurasında biraz eğleniyor, güzelliklerin tadını
çıkarıyorduk işte! Tehlikesiz macera olmaz, macerasız da yaşanmazdı
ki ? ”
Gelecekle ilgili kötümser iddiaları gündeme getirmenin hiçbir
cazibesi ve sevimliliği olmasa da, bilim adamları niye kendilerini
paralarcasına bir mücadeleyle kitleleri uyarmaya, ürküten tabloları
gözlerimizin önüne sermeye bu kadar çok çaba gösteriyorlar acaba
? Sempatik görünmeyi fazla dert etmedikleri doğru. Üstelik yüreklerini
bilimin hizmet aşkına kaptırmış gerçek idealistler için tepkiler
almak, üzerinde önemle durulacak bir ayrıntı da değil ama yine
de durup dururken, karamsarlığın ve ürkütücülüğün girdaplarında
yaralanmayı kim ister ki?
Ancak, her gün farklı bir ülkeden gelen doğa dostu uyarılar,
artık kulak arkası edilebilecek, görmezden gelinebilecek seviyelerden
çok daha gerilere düştüğümüzü ikaz ediyor bizlere. Bilimsel tespitler
gösteriyor ki, bu vurdumduymazlıkla gidersek çok yakında sıfırı
tüketmenin rahatlığıyla baygın düşeceğiz, nankörce tükettiğimiz
doğa ananın kollarına ! Günümüz insanının gerçek sorunu, gözlerin
ve beyinlerin toptan miyoplaşmış olması mıdır, yoksa ?
Bir avuç insan, doğa gönüllüsü olarak kendilerini her türlü zorluğun
içine atıp, “Yeşil Barış Hareketi (Green Peace)” adına en sert
uygulamalara göğüs gererek, doğayı koruma mücadelesi verirken,
vurdumduymazlığın kitabına tutkun geniş halk kitleleri onlar gibi
olamaz anladık ! Birtakım birlikler, dernekler, klüpler veya başka
organizasyonlarla güzel hedeflere doğru yoğun mesailer harcayan
insanların oluşturduğu TEMA Vakfı, Ekolojik Tarım veya Doğal Hayatı
Koruma Dernekleri gibi doğayı koruma çabaları içerisinde ve toplumsal
fayda uğruna çırpınan birlikteliklerde yer alması da mümkün olmayabilir
geniş halk kitlelerinin ve belki bu da anlaşılabilir bir durum
ama el insaf yani; burnunun dibinde yitirilip giden doğal güzelliklerden
yüreklerin burkulmaması, engellemek için parmakların kıpırdatılmaması
ve tavşan gibi bir köşeye sinip, başkalarının koşuşturmasından
medet beklenmesi de, hiç vicdani bir karar ve gerçekçi bir tutum
değil doğrusu.
Doğayı korumaya ve güzelleştirmeye çalışmak bir yana; yok etmemeye,
bozmamaya, yıkmamaya çalışmak bile, buna da şükür mantığının hüküm
sürdüğü günümüz şartları düşünüldüğünde, oldukça yararlı bir tutum
olarak görülebilir aslında. Ancak bu pasif yaşantının taşıdığı
vurdumduymazlıklar böylece sürerse, yakın gelecekte karşılaşılacak
olumsuzluklar, bugün ciddi uyarılarda bulunan bilim adamlarının
o ürküten tablolarını gerçeğe dönüştürmekten başka hangi başarıyı
gündeme getirebilir ki ?
Bazen bütün çırpınışların boşuna olduğunu görüp, yazılan çizilen
uyarıların fayda etmediğini anlayarak umutlarının kırıldığı oluyor
insanın ama yılmamak gerekiyor. Israrla yazmaya, konuşmaya devam
edilmeli ki, gününü gün etme felsefesine ayarlı yürekleri de sabırla
ikna etme şansı yakalanılabilsin. Ben de bu yüzden, dergideki
sayfalarımı zaman zaman bu konuya ayırıyor, doğanın bozulmasına
yönelik tespitleri ve çözüm olarak yapılması gerekenleri özetleyen
uzman görüşlerini yazılarıma taşıyorum. Çevre kirliliğine katkıları
nedeniyle, tarım sektörünün de bu olumsuz gidişattan önemli bir
pay kaptığı düşünüldüğünde, bir tarım dergisinde bu tür yazıların
sıkça yer bulması gerektiğine inanıyorum.
Son günlerde televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında,
çevre kirliliğinin ulaştığı boyutları ve küresel ısınma nedeniyle
yaşanan çevre felaketlerini inceleyen haberlerin sayısı epeyce
artmış durumda. 2003 yılı yaz aylarında Avrupa kıtasında yaşanan
ve 14 bini Fransa'da olmak üzere toplam 20 bin kişinin ölümüne
yol açtığı söylenen sıcak ve kurak havanın, giderek artan küresel
ısınma sorununun önemli bir göstergesi olduğu belirtiliyor.
Üstelik uzmanlar, bunun bir başlangıç olduğunu ve son on yılın,
bugüne kadar yaşanmış en sıcak dönem olduğunu, kışların bile giderek
ılıklaştığını ileri sürmekteler. Sera etkisi denilen ve zararlı
gazların atmosferin üst katlarında birikmesiyle ortaya çıkan sıcaklık
artışları öylesine önemli etkiler yapmaya başlamış ki, kutup bölgesinde
eriyip duran büyük buz dağlarının suya dönüşmesiyle ortaya çıkacak
deniz yükselmeleri uykuları kaçıracak hale gelmiş durumda.
Pek çok büyük dağın vadilerinde yer alan ve yılda birkaç metre
ilerlediği ölçülen buzulların nasıl erimeye ve yok olmaya başladığı
da eski ve yeni fotoğraflarının karşılaştırılmasıyla gözler önüne
serilebiliyor artık. Durum gerçekten vahim. Bu ısı artışı böyle
sürerse, 30-40 yıl sonra dünya insanlarının çeşitli felaketlerle
karşılaşması kaçınılmaz olacak.
“Yaylalarımız ve modern klimalarımız ne güne duruyor” diyerek
vurdumduymazlıklarını mizahi görüşlerle örtmeye çalışanlara söylenecek
en kestirme söz ise; “ insanoğlunun kendisini giderek hapishane
gibi kapalı ve sıkıcı bir ortama mahkum etmeye çalıştığını” müjdelemek
şeklinde olabilir herhalde. Öyle ya ! Kirlenen ve ısınan hava
tüm atmosfere hakim olacağına göre, ürkütücü bilim kurgu filmlerindeki
gibi, yer altındaki korunaklarda kısılıp kalmış farelere benzeyen
bir yaşam tarzı kalıyor geriye. Bütün bu inatçı pasiflikler, boşverci
tembelliğiyle yüklü düşünceler böyle bir son için mi yoksa ?
TEMA Vakfı, 40-50 yıl sonra ülkemizin çölleşme tehlikesiyle karşılaşacağı
konusunda çeşitli uyarılarda bulunup, ormanlaşmayı arttırmak için
yoğun çabalar harcarken; son günlerde gazetelerde yayınlanan haberlerde,
yer altı su kaynaklarını bu hızla tüketmemiz halinde 5 yıl sonra
susuz kalabileceğimiz de vurgulanmakta. Hem su savurganlığından
kaçınmamız ve hem de yer altı su kaynaklarını kirletmememiz gerekli.
Dünyanın hemen her ülkesindeki bitki türlerinin giderek artan
oranlarda yok olmaya başladığını belirtiyor bilim çevreleri. ABD'nin
başı çektiği ülkeler arasında ülkemiz de, ne yazık ki dördüncü
sırada ve sahip olduğu bitki türlerinin beşte birinin risk altında
bulunduğu bildiriliyor.
Aynı şey, hayvan türleri için de geçerli. Afrika ve Asya'da nasılsa
hayatta kalabilmiş türlerden kaplan, gergedan, fil, goril, kurt
v.s gibi hayvanların giderek yok olduğu, kuş sayısında bile müthiş
azalmaların görüldüğü işaret ediliyor. Doğanın dengesini bozan
her türlü kirletmeyi acımadan sürdüren, bitki veya hayvan olsun,
doğanın öz evlatlarına kıyıp duran gözü dönmüş insanoğluna hiçbir
uyarı fayda etmiyorsa, elden ne gelir ki; yakında sıfırı tüketeceklerini
müjdelemekten başka !
|
|