DOĞA-TARİH-GEZİ
Sevgi
yurdunun nazlı çiçekleri
Anadolu
Çocukları
Onlar, saflık ve temizliğin simgeleri, doğa ananın
en taze nefesleri. Onlar, Anadolu'nun tatlı çiğdemleri, ümit dolu
filizleri. Kirlenmemiş duyguların mis kokan dünyasında; sevginin,
pembe ümitlerin ve tatlı hayallerin müjdecileri. Onlar, bu yorgun
coğrafyanın en nazlı çiçekleri, onlar Anadolu'nun güleç yüzlü
çocukları.
Anadolu ve çocuk kelimeleri yan yana gelince nedense akıllara
ille de köylü çocukları geliyor hemen. Her şeylerden uzakta, sade
bir yaşantıyla varolmaya çalışırlarken, kaderlerinin rüzgarına
kendilerini teslim etmiş ana babalarından aldıkları şükredici
ruh haliyle örülü bir hayatın sularında yelken açıp gitmeye çoktan
razı olsalar da; gökkuşağının tüm renklerini ellerinin altındaki
doğa parçalarında bulup, doya doya yaşamaktan yüzlerine de bahar
renkleri serpiştirilmiş gibidir sanki. Köylerde iyi beslenme şartları
bulunmaz sanılır ama inadına kırmızıya kesilmiştir güleç yüzlü
şirin köy çocuklarının, hele de o çeşme başında su sırası bekleyen
cilveli kızlarının yanakları.
O yüzlere ne yakışmaz ki ? Çoğu kez, inanılmaz bir gerçek olarak
televizyon haberlerine yansıtı-lan, kar altında unutulmuş bir
köyün sevimli ço-cuklarının, kışın uzun saatler boyunca yürüdük-leri
okul yolunda, geçmek zorunda oldukları coş-kulu derelerin üzerinden
uyduruk bir salla tehlike içinde geçerken bile gülen yüzleri,
bayramlık bir elbise veya ayakkabının alınmasıyla nasıl se-vince
boğuluyorsa; ilk kez gördüğü televizyon kamerasının peşinden koşarkenki
şaşkınlığı ve belki kırıklarla dolu karnesini eve götürürken,
karşılaşacağı tepkiler nedeniyle ruhunda beliren korkuyu da aynı
beceriyle asıverirler, o şirinlikler beldesi yüzlerine. Kirli
paslı minicik suratlarına, salya sümük içinde bir ağlamayı yerleştirmiş
kü-çük çocukların görüntüleri ise, değme fotoğraf-çıların sanat
ürünlerini oluşturmaya adaydır üstelik.
Çocuklar ! Öğrendikleri her yeni bilgiyle dünya-ları şenlenen,
Hayat Bilgisi kitaplarındaki o sıca-cık resimlerin etkisiyle,
gelecekteki mutlu ve hu-zurlu günlerin özlemini beyinlerinin kıvrımlarına
depolayan, ekmek üstüne sürülmüş yoğurda kırmızı toz biberi döküp
en leziz nimet olarak tüketmekle yetinen ve sırayla hayvanları
otlatmaya götürüp, dağların zenginliklerinden nasiplendiren köy
çocuklarının hikayeleri birbi-rinin aynı gibi görünse de, yanık
türkülere ve filmlere konu olan ilginç hayatlarıyla ne şaşır-tıcıdırlar
aslında. Doğayla kucak kucağa yaşamanın nice anısı gizlidir o
yüreklerde. Baharın coşkusunu en iyi onlar anlatır dillerinde.
Gövdesine su yürüyen ağaçların çocuksu sevincine ve dallarında
patlayıp fışkıran tomurcukların çiçeğe dönüşmesine kim onlar kadar
şahitlik edebilir ki ? Tarlaya savrulan buğday tanelerinin üçte
bir hakkını kendilerine ayıran çiftçi dayıların mirasından paylarını
almaya didişen minik serçelerin teşekkür şarkılarını onlar kadar
kim dinlemiştir ki ? Her nisan ayında beyaz gelinliklerini giyen
badem ve erik ağaçlarının çiçeklerinden türeyen o can dolu yeşil
meyvelerin tadını, dağ yamaçlarından toplanan kuzu kulaklarının
ekşisini, çiğdem yumrularının dudaklardan eksilmeyen tadını kim
bu kadar derinden tadabilmiştir ki ?
Köy ve kasaba çocuklarının, doğayla başbaşa büyüyüp, her türlü
yaratıcılığı kendi elleriyle o-yuncaklarına yansıttıkları bir
rahatlık ortamında, parkları olmasa, sinema keyfini yaşayamasalar
da ve belki rüyalarına giren büyük şehirleri gör-me ayrıcalıklarını,
bir hastalık veya bir düğün ve-silesiyle nadiren yakalama şanssızlıklarına
rağ-men, sınırsız doğanın özgürlüğü içerisinde serpilme keyifleri
ne kıskandırıcı bir şanstır aslında.
Kalabalık kentlerin varoşlarına yığılmış, beton grilikler dünyasındaki,
park etmiş arabalar ara-sında nasılsa boş kalmış bir oda büyüklüğün-deki
beton boşluklarda top oynamanın azabını yaşayan, elektronik ya
da plastik dünyasının ürünlerini, hediye paketleriyle ellerine
ulaşmış bularak, birbirinin kopyası oyuncak müsved-deleriyle yaratıcılıklarını
gidermeye çabalayan, ne yerlerse yesinler suratlarındaki sarı
çelim-sizliği silemeyen kent bebelerinin mutsuz çığlık-ları da
bir isyan gibi yankılanır duyarlı kulak-larda.
Her şeyi duyan, gören ve çok bilmişlikleriyle büyükleri şaşırtan
televizyon çocuklarının; ağaçları, çiçekleri, kuşları ve böcekleri,
kele-bekleri, dağların o sıcacık koynunda yatan nice güzellikleri
kaf dağının ardındaymışcasına uzaklardan ve belki resimlerden
ya da filmlerden görmesi, ne yaralayıcı bir gerçektir. Onlar artık
çiçekleri bile plastikten yapılmış olarak görüyorlar modern evlerinde.
Kuşlar kafeslere tıkılmış kanaryalardan ibaret, tavuklar ve hindi-lerse
süslü püslü naylon poşetler içerisine sıkıştırılmış butlar, göğüsler
olarak yenmeye hazır halde bekledikleri market raflarından göz-lerine
ilişmektedir. Onlar plastik bir hayatın bek-çileridir aslında.
Çalışan çocukların hikayeleri de bir başka hü-zün bulutu yüklüdür.
Fukaralığın sillesini yemiş-lerin lügatındaki en değerli köşe,
bir ustanın ya-nında kir ve ter içinde eğitilerek çıraklıktan
usta-lığa giden yolda yılları tüketmekten geçer. Mini-cik ellerin
tuttuğu çekiçlerin morarttığı parmaklar ya da kaşınırken ellerinden
yüzlerine bulaştır-dıkları yağların karasını geleceğin başarısına
is-pat gibi asarlar da yüreklerindeki isyanın diplo-masına, hallerinden
memnun görünmenin en güzel senaryolarını gizlerler gözlerinde.
Çaresizlikten yarıda bıraktıkları okulun özlemini, yolda ders
çıkışı neşe içinde yürüyen akranla-rının şanslarını kıskanarak
içine atan işçi çocuk-ların umutlarını, hafta sonunda alacakları
üç beş kuruşun hayali süsler de, az sonra annelerine teslim edeceklerini
düşünüp, o beğendikleri ayakkabılara kavuşmayı hep başka baharlara
bırakırlar mecburen.
Bir de tabii ki tarımda çalışan çocuklar var anla-tılmaya değer
renkli hikayeleri olan. Her yaz başında evlerini terk edip Çukurova'ya
pamuk, mısır, karpuz çapacılığına, yeni moda Kara-deniz' de ise
fındık v.s hasadına koşan ailelerin yanında pişen küçük çocukların,
naylon çadırlar altında geçen hayatları da zorlukların yenilmesi
hülyalarıyla süslenip gider çoğu kere. Güneşin dostluğuna en yakından
tanık olan kavurucu sıcakların Çukurova'sında, sabahın erken saat-lerinde
eşlik ettikleri gün doğumuyla birlikte işe koyulup, akşam üstü
paydos saatine kadar dur-maksızın çapa sallayan, ot kesen cılız
beden-lerin aile gelirine ortak ettikleri yevmiyeleri alın terlerinin
karşılığında helal edilse de, kamyon üstlerinde tıkış tıkış gidip
gelirken çektikleri aza-bı ya da geceleri tek eğlenceleri olan
karanlık gökyüzünde kayan yıldızları izleme monotonlu-ğunu unutturamaz;
o burukluklar, özlemler, imrenmeler ve isyanlar dolu minik yüreklerine.
Kalabalıkların yoğunlaştığı istasyon, durak ya da stat girişlerinde;
su, simit veya sakız benzeri bir şeyleri satmaya çalışan çocukların
gözleri de, evde bıraktıkları aç aile fertlerine götürecek-leri
üç beş kuruşun hayaliyle süslüdür. Ünlü fut-bolcular ya da şarkıcıların
renkli dünyasına im-renmeyle dolu dünyalarında, bir gün onlar
gibi o-lup, feleğin zalim çemberini kırma ümidi ile dolu olarak
bağırıp çağırırlar, ellerinde satılmayı bekleyen ürünleriyle ilgili
olarak.
Çocuklar; köyde ya da kentlerde, gelecekleriyle ilgili herhangi
bir korkunun esiri olmadan yaşa-ma rahatlığının söz konusu olduğu
bu çağlarda, hepsi de ne kadar neşe ve istek doludur. İlerde kırılacak
umutlarını tahmin bile edemezler, as-lında iyi ki de akıl edemezler.
Bari bu güzel çağ-larında ümitsizliğin karanlığından ürkmemiş
o-lurlar. Anadolu'nun kucağında, erişebildikleri gü-zellikleri
içlerine çekip yaşayarak, ulaşamadık-larının da tatlı hayallerini
kurarak geleceğe doğ-ru koşup duracaklardır artık. Bir daha geri
gel-meyecek çocukluk günlerinin acı tatlı anılarıyla, uzun yıllar
sarmaş dolaş olarak yaşamaktan medet umarak ...
|
DOĞA-TARİH-GEZİ
>>
Anadolu çocukları
/ Ahmet Nedim Nazlıcan
ANA
SAYFAYA DÖN
Yazı ve Fotoğraflar;
A. Nedim NAZLICAN
Yüksek Ziraat Mühendisi
|
|