GÜNDEM
Dünya Tarımında
İyimser Rüzgarlar
DTÖ'nün Cenevre raundu yine çetin tartışmalarla
gündeme oturdu. Brezilya'nın başını çektiği G-20 ülkelerinin en
çok eleştirdiği konu, ABD ve AB'nin tarım ürünlerine uyguladığı
yüksek gümrük duvarları ve çiftçisine sağladığı destekler. Örneğin
Batı Afrika'da 10-11 milyon kişinin geçimi tek bir ürüne bağlı:
Pamuk…ABD ise sayıları 25 bin olan pamuk üreticileri için yılda
12 milyar doları aşkın sübvansiyon harcaması yapıyor. 2005 yılında
Hong Kong'da kesin karara varılacak olan görüşmelerin daha çetin
pazarlıklarla devam edeceği görünüyor. G-20'nin sözcüsü Brezilya
Dışişleri Bakanı Celso Amorim, dünya tarım üretimin yüzde 22'sini,
buna karşın tarım emekçilerinin yüzde 70'ini temsil eden bir grup
olduklarını söylüyor.
Cenevre'de yapılan DTÖ görüşmelerinde 1 Ağustos
2004'te bir çerçeve anlaşma üzerinde uzlaşma sağlandı. Bu anlaşma
2001 sonunda Katar'ın başkenti Doha'da başlatılan yeni görüşmeden
beri kaydedilen ilk ilerleme sayılabilir.
DTÖ'nün 147 üye ülkesi Cenevre'de öncelikle küresel tarım sübvansiyonlarını
azaltmak konusunda ortak bir noktaya vardılar. Dünya tarımında
en büyük sorun ABD, Ab ve Japonya gibi zengin dünyanın temsilcilerinin
kendi çiftçilerini çeşitli yollardan desteklemesi. Bu da tüm dünyada
fazla üretime neden oluyor,tarım ürünleri fiyatları düşüyor, bazı
yoksul ülke çiftçileri rekabet sürecinde tamamen siliniyor. Serbest
ticaret sisteminde ürünleri mukayeseli üstünlüğe sahip olan bu
ülkeler piyasada ürünlerini karlı olarak satamayınca diğer tarım
ürünlerinin alıcısı da olamıyorlar. Böylelikle, örneğin tereyağında,
buğdayda, pirinçte ürün fazlası ortaya çıkarken, 100 milyonlarca
yoksul insan da açlık çekiyor. Zengin ülkelerin tarım sübvansiyonlarına
yılda 300 milyar dolar civarında para ayırdıkları tahmin ediliyor.
Bu sübvansiyorlar ABD'de kuruyemişler, AB'de hayvan ve süt ürünlerine
uygulanan yüzde 100'ü aşan gümrük vergileriyle birleşince haliyle
aşırı üretim ortaya çıkıyor, fazla üretim, damping yoluyla uluslar
arası piyasalara aktarılınca yoksul ülke köylüleri perişan oluyor.
İşte Cenevre anlaşması bu duruma son verebilmeyi amaçlıyor ve
üç ana prensip üzerinde yükseliyor:
İhracat sübvansiyorları, üretim destekleri ve gümrük tarifeleri
İhracat sübvansiyonları: Dünya ticaretinde en zararlı sübvansiyonlar
olarak kabul ediliyor. Bu ABD'nin en fazla başvurduğu destek biçimi.
İhracatta vergi iadesi gib dtoğrudan ödemeler, vadesi 180 günü
aşan ihracat kredileri, zararların karşılanması gibi uygulamaların
kaldırılması öngörülüyor. 180 günün altındaki ihracat kredileri,
ihracat kredi garantileri ve sigortalarında da sübvansiyon niteliği
taşıyan düşük faiz, primsiz sigorta gibi destekler men ediliyor.
Üretim sübvansiyonları:Özellikle zengin ülkelerin yapacağı ödemelere
kesin limitler konuyor. Doğrudan Gelir ödemesi gibi üretimi sınırlamayı
amaçlayan uygulamalarda üretim alanı, ürün miktarı, büyük baş
hayvan üretimlerinde hayvan sayısına kısıtlamalar getiriliyor.
Sözü edilen Mavi Kutu kapsamındaki bu ödemelerin üye ülkenin tarım
üretiminin toplam değerinin yüzde 5'ni aşmayacağı kuralı öngörülüyor.
Gümrük tarifeleri: Piyasa erişimi olarak da adlandırılan bu kalemde
de, öncelikle en yüksek gümrük tarife oranlarına sahip olan ürünlerde
en fazla indirime gidecek bir sistem getiriliyor. Hassas ürünler
başlığı altında, örneğin Japonya'nın yüzde 490 ithal vergisi uyguladığı
pirinç gibi mallara özel muamele ayrıcalığı getiriyor. Doha raundu
sonunda hatırı sayılır ölçülen gümrük tarifesi indirimi amaçlanıyor.
İstisna olarak en yoksul ülkeler bu uygulamalardan muaf tutuluyor.
Bazı Afrika ülkeleri pamuk konusunun ayrıca ele alınmasını talep
etmişlerdi. Bu kabul görmemekle birlikte, pamuğun özel bir hassasiyetle
değerlendirilmesi ve DTÖ'nün bu konuda bir panel oluşturması karara
bağlandı. Batı Afrika'da 10-11 milyon kişinin geçimi tek bir ürüne
pamuğa bağlı. ABD ise sayıları 25 bin olan pamuk üreticileri için
yılda 12 milyar doları aşkın sübvansiyon harcaması yapıyor. Bu
da Benin, Burkina, Fasu, Çad ve Mali gibi ülkelere açlık getiriyor.
Zaten bilindiği gibi bu konuda , DTÖ uyuşmazlık paneli Brezilya'nın
başvurusu üzerine ABD'nin pamuk üreticilerine yaptığı ödemenin
kanunsuz olduğu kararını almıştı.
Cenevre'de üzerinde uzlaşma sağlanan metnin genel bir çerçeve
oluşturduğunu unutmamak gerekiyor. Önümüzdeki günlerde ayrıntılar
üzerinde sıkı pazarlıklar sürecek. Doha raundunun nihai anlaşmasının
Aralık 2005'te Hong Kong'ta ki bakanlar toplantısında imzalanmasından
söz ediliyor. ABD başkanlık seçiminin sonuçlanması, ardından yeni
başkanın temsilciler meclisinden yetki alması düşünülürse, buna
birde Avrupa komisyonun göreve başlaması için 6 ay gerektiği eklenirse
uzmanlar en az iki yıl kayda değer bir gelişme olmayacağı yorumunda
bulunuyorlar. Şu ana kadarki uzlaşmalarda Brüksel ve Washington'un
uygulamaları geciktirdiklerini hatırlatan ve varılan anlaşmanın
ne bir bağlayıcılığı ne de net bir takvimi olduğunu hatırlatan
kötümserlerde az değil. Öte yandan başını Brezilya, Hindistan,
Çin ve Güney Afrika'nın çektiği G-20, GOÜ topluluğunun Cenevre'de
bir anlaşmaya varılmasında önemli rolü bulunduğunu ve biraz önce
verdiğimiz pamuk örneğinde olduğu gibi işin peşini bırakmaya niyetli
görünmediğini de unutmamak gerekiyor.
G-20'nin sözcüsü Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, dünya
tarım üretiminin yüzde 22'sini, buna karşın tarım emekçilerinin
yüzde 70'ini temsil eden bir grup olduklarını söylüyor. Amorim,
Cenevre'nin, ihracat sübvansiyonlarının sonunun başlangıcı olduğunun
tüm ihracatı saptıran üretim desteklerinde kayda değer azaltmaya
gidildiğinin, piyasa erişimi müzakerelerinin ticarette yeni ufuklar
açacağının altını çiziyor. DTÖ'deki uyuşmazlıkları çözümleme mekanizmalarını
harekete geçirmenin tarımda daha adil bir dünya ticareti düzeninin
önünü açacağı umudunu dile getiriyor. Nitekim Cenevre zirvesinin
hemen ardından DTÖ, AB'nin aşırı maliyetli şeker destekleme rejiminin
küresel ticaret kurallarını ihlal ettiğine karar verdi. Brezilya,
Tayland ve Avustralya'nın başvurusu üzerine bu karara varıldı.
Avrupa'da toprak ve emek maliyetinin yüksek olması yanında az
güneş görmesi nedeniyle de şeker üretimi maliyetli. Özellikle
İngiltere ve Fransa zengin şeker üreticilerine her yıl milyarlarca
dolar sübvansiyon dağıtırken, Mozambik'in, Malawi'nin şeker üreticileri
mağdur oluyor, dünya piyasalarında düşen şeker fiyatları nedeniyle
sürekli zarar ediyor. AB sırf bu yıl 2 milyar dolar şeker sübvansiyonu
harcaması yapmayı planlıyor.
Aslında dünyanın en bülyük şeker ihracatçısı Brezilya'nın kendisi.
Zaten G-20 girişimine, dolaysıyla Cenevre'de alınan tarım kararına
zengin olmasa da hali vakti yerinde Brezilya, Arjantin, Çin, Meksika
gibi tarım ihracatçısı ülkelerin lehine olduğu, tarım ithalatçısı
yoksul ülkeleri mağdur ettiği gerekçesiyle bazı eleştiriler yöneltiliyor.
Sübvansiyonların kalkmasıyla fiyatların yükseleceği, bundan tarım
ihracatçıları karlı çıkarken, tarım ithalatçılarının zarar göreceği
vurgulanıyor. Alberto Voldes ve Alex Mc.Calla'nın hesaplarına
göre 45 az gelişmiş ülke, net gıda ithalatçısı. Bu konuda fiyatlar
yükselirse bazı ürünlerinde yoksul ülkelerin ihracatçı hale gelebileceği
karşı tezi geliştirebilir. Bu soruya da ancak bir elin parmağı
kadar ülke için bu durumun söz konusu olabileceği cevabı veriliyor.
Net gıda ithalatçılarının DTÖ kurallarına göre meşru olan gümrük
vergisi uygulamasıyla kendi tarım üreticilerine rekabet gücü kazandırmasının,
sağlanacak vergi geliri yoluyla daha etkin bir araç olacağı iddiası
da öne sürülüyor. Tarım ihracatçısı yoksul ülkeler açısından da
bakılınca, fiyatlar düşünce ihracat gelirleri azalır. Pazar erişimini
kolaylaştırmanın en yoksul ülkeler cephesinde bir önemi yoktur.
Çünkü pirinç, şeker ve muz dışında bu ülkeler, gümrüksüz ve kotasız
erişim hakkına sahiptir. Bu noktalara dikkat çeken Columbia Üniversitesi
öğretim üyelerinden Ardvind Panagariya gibi uzmanlar, yoksul ülkeler
için telafi ve uyum programlarının bir an önce tasarlanmasını
istiyorlar. Ayrıca kendilerine serbest dış ticaretin nimetleri
anlatıldıktan sonra, bu süreçten zarar görecek yoksul ülkelerin,
olası liberalleşme hamlelerinin muhalifi haline geleceklerinin
üzerinde duruyorlar. Tarım, üretici veya tüketici her kişiyi;
ihracatçı veya ithalatçı her ülkeyi doğrudan ilgilendiren bir
konu. Her uygulamadan yarar sağlayanların yanında zarar görenlerde
çıkabilir. Önemli olan gıda güvenliğini, yani bir ülkenin kendi
kültürel normlarına uygun şekilde kendi beslenme ihtiyacını üretecek
kapasiteye gelebilmesini gözeten bir küresel tarım ticareti sisteminin
kurulması.
Ağustos 2004 tarihinden sonra Cenevre'de alınan çerçeve kararlar
sonrası dünya ülkelerinin tarım politikaları bir daha eskisi gibi
olmayacak. Artık zengin ülkeler kendi çiftçilerine yıllık milyarlarca
doları bulan sübvansiyonları veremeyecekler ve çiftçilerini yüksek
gümrük duvarları ile koruyamayacaklar. Bu süreç dünya tarım piyasasını
daha rekabetçi bir hale getirecek. Bu da ülkelerin daha rasyonel
kararlar almasını, artık siyasilerin popülist politikaları bırakıp
kendi ülkelerindeki çiftçilerin rekabet avantajlarını artıracak
politikalar geliştirmelerini zorunlu kılacak. Tüm bunları ve bundan
sonra yaşanabilecek gelişmeleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Gülten Kazgan Türkishtime Dergisi'ne yaptığı röportajda
şöyle dile getiriyor:
DTÖ'nün nasıl bir yapısı var?
Gülten Kazgan: DTÖ kurulduğu zaman herkesin kanısı, IMF ve Dünya
Bankası'na oranla daha demokratik bir örgüt olacağı yolunda idi.
Nedeni de şu; Gerek IMF gerek Dünya Bankası, üyelerin yaptığı
parasal katkıya göre yönetime katılması anlayışı benimsendiği
için gelişmekte olan ülkelerin buradaki rolü marjinal kalıyordu.
Çünkü ABD, Japonya veAB'yi koyduğunuz zaman oy ağırlığını elde
ettiklerinden yönetim oların ellirnde oluyor, dolaysıyla kararlar
da bu doğrultuda alınıyor. Halbuki DTÖ, GATT'dan devraldığı yönetim
biçimi ile oluştu ve bunun daha demokratik olması bekleniyordu.
Kafa hesabına göre oy ağırlığı olacağı için gelişmekte olan ülkeler
de çoğunluğunu oluşturduğu için oy ağırlığının gelişmekte olan
ülkelerde olacağı düşüncesi hakimdi. Ancak iki etken bunu zaman
içinde engelledi. Bunlardan biri gelişmekte olan ülkelerin aslında
ortak çıkarlarının söz konusu olmadığı dolaysıyla ortak bir kararın
da alınamayacağı. Bunun nedeni de az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin kendi içlerinde çok bölünmüş olmaları. İkincisi de DTÖ
çerçevesinde ne zaman ki zengin ülkeler kendi karalarını kabul
ettiremediler. Bu sefer alınmayan kararları Dünya Bankası ve IMF
kanadına taşıdılar. Öyle ki bu ülkeler girdikleri krizlerde sık
sık IMF'ye ve Dünya Bankası'na gidince kararlar o kanallarla dikte
edildi. Bu itibarla DTÖ öyle sanıldığı gibi gelişmekte olan ülkelerin
istediği kararların alınabildiği bir ortam olmadı.
Cenevre toplantısından önce de başarılı, başarısız,
tartışmalı toplantılar oldu. Nasıl bir süreç olarak görüyorsunuz
bu süreci?
11 Eylül 2001 olayını yani Dünya Ticaret Merkezi'nin vurulmasın
izleyen Doha toplantısında 11 Eylül olayının getirdiği psikolojik
etkilerle bundan sonra alınacak kararlarda, gelişmekte olan ülkelerin
kalkınma sorunlarının öncelikle ele alması söz konusu idi. Fakat
izleyen toplantılarda özellikle Cancun'da, ortak çıkarlar gelişmekte
olan ülkeler tarafından savunulmaya başlandığında toplantılar
hezimete uğradı. Cenevre toplantısında ise daha başka bir çözüm
ortaya çıktı, bir kısmı için yarar, diğer kısmı için büyük zarar
niteliğinde olan sonuçlar…İşte tarım kararları sonuncu nitelikte
kararlar. Küçük bir grubun çıkarına uygun ama geri kalanların
çıkarına aykırı kararlar alındı.
Brezilya'nın başını çektiği G-20 grubunun Cenevre'de daha etkin
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tabii içinde bulunmadığımız için sağlıklı bir değerlendirme
de yapılamıyor. Dışardan çeşitli kaynaklara yansıdığı biçimde
olayın ne olduğunu görüyoruz. Ama anladığım kadarıyla olay şu:
Cancun toplantısı sonrasında Brezilya öncülüğünde bir grup oluşturuldu.
Hindistan, Mısır, Brezilya ve Çin desteği ile G-20 grubu gelişmekte
olan ülkeler adına savunma yaptılar ve bu grup sanki gelişmekte
olan ülkelerin çıkarlarını savunacakmış gibi düşünüldü. Brezilya
dünyanın büyük çaplı tarım ürünleri ihracatçılarından biri. Kahve,
şeker, soya gibi bir çok tarım ürününün dünya pazarında belirleyici
işlevi var. Aynı şekilde buğday, pirinç gibi ürünlerde büyük çaplı
sübvansiyonlar Afrika'daki üreticiden tutun Brezilya'ya kadar
olan ülkelerin gelişmiş pazarlarda çıkarlarını zedeliyordu. Şimdi
kendi çıkarları adına ortaya koydukları politikaları Cenevre'de
batı dünyasına kabul ettirdiler. Fakat sübvansiyonların kaldırılması
demek, dünya piyasasında fiyatların yükselmesi demek. Ama birçok
fakir ülke var ki Afrika'da gıda maddeleri ithal ediyor. Bu da
onların çıkarlarına olmuyor. Gördüğümüz gibi yani gelişmekte olan
ülkelerin böyle blok çıkarları yok ama gelişmiş ülkelerin kendi
sermayesinin ortak çıkarı birbirine uygun.
Türkiye açısından bakarsanız ne görüyorsunuz?
Türkiye'deki tarımla ilgili yorumlar sanki “Türkiye bunu onayladı
bütün tarım pazarlarını açıyor” biçiminde. Ama bilmediğimiz önemli
nokta var. Acaba Türkiye ya benzer ülkeler, Brezilya, Hindistan,
Çin gibi ülkelere bir temsil hakkı vererek mi imzaladılar bunu?
Böyle bir olay olup olmadığını bilmiyorum. Fakat Türkiye bu konuda
çok pasif davrandı. Kimliksiz, kişiliksiz ve kendi insanlarını
düşünmeyen davranış sergiledi.
Anlaşılan resmi temsilcilere de fazla söz hakkı
tanımıyor siyasiler tarafından. O kişilerin oralara gidip de bu
kadar pasif, “batı dünyası ne derse her şey kabulümüzdür” türünden
bir tavır sergilemeleri anlaşılır gibi değil. Üstelik de geride
milyonlarca insanın çıkarı söz konusu iken…
Bu kararlar Türkiye'yi nasıl etkiler?
Zannediyorum ki Türkiye'nin bunu imzalamayı reddetmesi lazım.
Fakat AB bu konuda bastırabilir, çünkü Türkiye'de sübvansiyonların
kaldırılması AB'nin çıkarına. Hazır, yüksek fiyattan satacağı
bir Pazar. Bu nedenle AB'nin baskısı altına girebilir Türkiye.
Ama öbür tarafta Hong Kong'da DTÖ çerçevesindeki karar mekanizmasında
Türkiye'nin “ben bunu imzalayamam” demesi veya en azından bazı
rezervler koyması lazım, “şu alanlarda tamam, ama şu alanlarda
yapamam”diye. Çünkü böyle bir hakları var ülkelerin. Bu konuda
umarım hükümet uyanık davranır. Çünkü geride en az 20 milyonluk
üretici kitle var. Bu aynı zamanda hükümetin seçimlerdeki oy kapasitesini
etkiler. Çünkü önemli bir oranda kırsal kesimden oy aldı. Bu grubun
aleyhine kararlara eyvallah derse oyları kaybeder.
AB tarım temsilcisinin “bizim gümrükleri kaldırmamız en az 10
sene alır “diye bir açıklaması var. Bu biraz çifte standart olmuyor
mu?
Ben sonunda da AB'nin en azından çekirdek grubunun sübvansiyonları
kaldıracağına inanıyorum. Olsa olsa bu sonradan 1 Mayıs 2004 itibari
ile aldıkları yeni grup ve eğer girebilirse Romanya, Bulgaristan
ve Türkiye gibi ülkeler için söz konusu olacaktır.
Pamuk fiyatlarının yükseleceğini söylediniz? Bu yükselmenin tekstil
sektörüne etkileri nasıl olur?
Pamuk fiyatlarının yükselişi Türkiye'de pamuk üretimini teşvike
yardım edebilir. Çünkü bakıyorum pamuk üretiminden adım adım meyve,
sebze gibi alanlara kayış var. Göreli fiyatlar pamuk lehine değiştiği
zaman Türkiye'deki üretimini teşvik eden bir rol de oynayabilir
bu.
Her şeye rağmen, gelişmekte olan ülkeler Cenevre'de istediklerini
kabul ettirdiler diyebilir miyiz?
Onların hepsi isteklerini kabul ettirdiler diyemeyiz. Bu, GOÜ'ler
içinde tarım ürünleri ihracatı önemli boyutta olan çok seçkin
bir grup açısından doğru. Ama çoğunluk için böyle bir şey söz
konusu değil.
Fakat tüm ülkeler, gelişmiş ülkeler de dahil her ürün grubu için
hem gümrükleri indirecekler hem de sübvansiyonları kaldıracaklar.
Ben AB'nin pazarlarını böyle açabileceğini inanmıyorum. Bu gün
dünya şeker piyasası çok önemli bir dönüşüm içerisinde. Ben pancar
şekeri üretenlerin pazarlarının gelişeceğine ihtimal vermiyorum.
Çünkü bir kere mısır şurubu şekerin yerini aldı sanayide. Bu yüzden
şeker konusunda mesela o bahsettiğiniz büyük ihracatlar olamaz.
Ayrıca büyük şirketlerin de baskısı var. Kendi yatırım yaptıkları
ülkelerde baskılar yaparak pazarın bir kısmını ele geçiriyorlar.
Benim gördüğüm AB yine kararları tanımayacaktır.
O zaman ABD de pamuk pazarını açmaz.
Zaten ben ABD'nin de açacağını tahmin etmiyorum. Düşünün, GATT
Uruguay anlaşmasında Amerika taahhüt etti ve gelişmekte olan ülkelere
“biz taahhüdümüzü sizden daha kısa sürede yürürlüğe koyacağız.
Siz de biraz daha uzun sürede daha düşük oranda da olsa pazarlarınızı
açacaksınız”dediler. Bizlere baskı yaptırdılar. IMF, Dünya Bankası
yolu ile bizlerin pazarlarını açtırdılar ama kendileri hiçbir
şey yapmadı. ABD, GATT Uruguay turunda da bu indirimleri yapacaktı.
Yapacaklarını söyleyecekler ama hiçbirini yapmayacaklar. Unutmayın
İngilizce'de bir söz vardır: “Might makes right: güçlü olan haklıdır”.
Onlar bu felsefe ile hareket ediyorlar.
Cenevre raundu öncesi bazı çevrelerde “zaten DTÖ'nün etkin olmadığı,
hiçbir konuda karar alınmadığı, alınan karalarında zenginlerin
işine yaradığı”gibi tartışmalar yapılıyordu. Eğer 2005 Hong Kong
zirvesinde de zenginler yönünde bir karar çıkarsa ya da alınan
kararlara zenginler uymazsa DTÖ iyice işlevini ve uluslararası
çerçevelerde geçerliliğini yitirmez mi?
Eğer iki taraf da kendi çıkarlarından biraz fedakarlık edip ortak
çıkara ulaşamıyorsa o görüşmelerin yapıldığı kurum tabii ki iflas
eder. IMF ve Dünya Bankası yaşıyor çünkü zengin dünya, fakir dünyaya
istediği baskıyı yapabiliyor. Orada karar alma değil kararların
dayatılması söz konusu. Kendileri karar alıp sizlere dayatıyorlar.
O itibarla Hong Kong'da neler olur bilemiyoruz ama heralde sonuç
tahmin ettiğimiz gibi çıkarsa DTÖ işlevsiz kalabilir.
|